TR EN
MART - EKİM 2023

Burak Delier

Burak Delier

Burak Delier (d. Adapazarı 1977) Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde ve Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nde (Yüksek Lisans ve Sanatta Yeterlik) eğitim gördü. Halen Sakarya Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi'nde Yardımcı Doçent olarak çalışan Delier'in sanat ve siyaset ilişkisini tartıştığı yazıları Koç Üniversitesi Yayınları'ndan Sanat Dünyasının Senaryoları (2016) başlığıyla yayımlandı.

Birçok formatta ürünler ortaya koyan sanatçı, Tarihin Küçük Odası (Karşı Sanat, 2022),  Hür Budalalar ve Kurnazlar Cemiyeti (Pilot, İstanbul, 2016), Sen Rolünü Oyna, Senaryo Arkadan gelir (Pilot, İstanbul, 2013), Freedom Has No Script (Iniva, Londra, 2014), Koleksiyonerin Dileği (Pilot, İstanbul, 2012) gibi kişisel sergilerin yanında Bardergi: Kendini Bar Zanneden Dergi (Eylem Akçay, Emre Tansu Keten ve Taylan Kesanbilici ile, 2018) gibi kolektif projeler de gerçekleştirmektedir. Katıldığı grup sergiler arasında; İstanbul. Tutku, Neşe, Öfke, MAXXI Müzesi, Roma (2015), Uluslararası Sanatçı Filmleri, İstanbul Modern, İstanbul (2015) ve Whitechapel Galeri, Londra (2014), Unrest of Form, Viyana (2013), 2010 ve 2008 Taipei Bienalleri, Fikirler Suça Dönüşünce, Depo, İstanbul (2010), 10. İstanbul Bienali (2007), Gerçekçi ol, imkansızı talep et! (2007) sayılabilir.

Kolektif ve bireysel çalışmalarında kapitalizm ve güncel sanat pratikleri arasındaki ilişkiyi görünür kılmakla ilgilenen Delier, gerilla taktikleri ve gündelik yaşamdan ödünç aldığı stratejilerle absürd kesişmeler yaratarak hayatı bir araştırma nesnesi haline getirir. Kendini ve sanatı sorunsallaştıran bir yaklaşımla araştırmalarını sürdüren sanatçı, halihazırdaki üretim ve güç ilişkilerinin ötesinde, hayatı daraltan baskın yaşama kültürünün karşısına konabilecek nefes alma alanları yaratmaya çalışıyor.

YA UMUT EDECEKLER YA KORKACAKLAR #3 & K P T N Ajans (2006)

Sanat tarihini -ne maddi yapının etkisini abartarak ne de sanat söyleminin ezberlerini şişirerek- nasıl başka türlü düşünebiliriz? Elimizdeki gerçekleşmiş sanat eserlerini ve onların çoklu-faillerini (sanatçılar, galeriler, piyasa, kurumlar, ortamlar, destek yapıları, maddi olanaklar vb.) nasıl sorgulanabilir kılar ve başka, imkânsız ve olanaksızlaştırılmış olasılıkları duyulur ve görülür hale getiririz? Sanat ortamının da parçası olduğu, somut, maddi, toplumsal gerçekliğin amansız güçlerine karşı yeni bir halkı hayal etmek için sahtenin, kurmacanın, masallamanın, efsaneleştirmenin kuvvetlerinden medet umabilir miyiz? Sanıyorum, evet. Özellikle 2016 sonrası çalışmalarımda, Türkiye'nin ve sanat dünyasının giderek daha kapalı, çekingen, muhafazakâr, atılımsız kaldığı bir dönemde, kurmacanın gerçekliği küçümseyen o yaşamsal kuvvetinden beslenmeye çalışıyorum.

YA UMUT EDECEKLER YA KORKACAKLAR #3 adlı video-anlatısı, 2008 yılında ziyaret ettiğim, 90'ların ünlü dolandırıcısı Selçuk Parsadan'ın hayranı olan ve onun "maddi ve somut dünyada, maddi ve somut etkileri olan performansların sanatçısı" olduğunu iddia eden bir sanatçı grubunun gerçekleştirdiği sergiyi konu alıyor. Parsadan dolandırıcılık jargonunda "Aloculuk" olarak geçen telefonla dolandırmanın ustalarından biri. İş, bu veriden yola çıkarak sesin, teknik aygıtların ve hikâye anlatımı (birçok dolandırıcı gibi Parsadan da usta bir hikaye anlatıcısı) sanatının olanaklarını araştırıyor. Bu olanakları araştırırken, kaybedilmiş, yok edilmiş veya yok sayılmış ya da gerçekleşme olanağı bulamamış olasılıkların bizi sürüklediği bir dizi etiko-estetik karar alındı. Kayıpların kaybedilmişliğini hiçe sayarak; sanki bu kayıplar hemen yerine koyulabilirmiş gibi onları maddi olarak gerçekleştirmekten, yani bu sergiyi ve eserleri somut nesneler olarak üretmekten geri duruldu. Onun yerine, otantikliği şüpheli bir tanıklık anlatısı öne sürülerek boş bir galeride, sözün ve jestin tasvir, sesin ve görüntünün muğlak işaret etme kapasiteleri kullanılarak yokluğu yok saymayan bir yöntem izlendi. Bu etiko-estetik kaygılardan kaynaklanan yöntem, içinde bulunduğumuz felaketsi dünya tarihsel duruma karşı yaşam gücüne çevirebileceğimiz bir dizi saf sanatsal potansiyelin ortaya çıkmasını sağladı. Hatırlama, unutmayı da içeren, yaşanan anın geçmişin üzerinde ağırlığını hissettirdiği, tarihin, kişisel ve toplumsal bilinçdışının işe karıştığı oldukça karmaşık canlı bir süreç. 

K P T N Ajans (2006) [2023] ise Altan Gürman'ın meşhur Kapitone (1976) işi ile Selçuk Parsadan'ın Türk Basın Ajansı adlı dolandırıcılıklarını yürüttüğü ajansı üst üste getiriyor. Gürman'ın grafik dili ve öğeleri, telefonla sanat eserleri anlatan bir ajansın tabelası haline geliyor. Elbette, garip, tekinsiz, beklenmedik dönüşümlerle. Bu tabela yukarıda bahsettiğim, Selçuk Parsadan hayranı kayıp sanatçı grubunun kurduğu telefonla sergi anlatıları gerçekleştiren bir ajansın tabelası. Sanatçılar bazen randevu ve saat vererek bazen rastgele numaraları arayarak sergiler veya tekil sanat eserleri anlatıyorlar. Eski radyo tiyatrolarının ya da günümüzde podcast'lerin, sesli kitap formatının plastik sanatlara uygulanmış, gruba ya da kişiye özel versiyonunu hayal edebiliriz; fakat tek bir farkla: bu anlatılan eserler sadece anlatı olarak varlar. Gürman referansı ise tümüyle Türkiye'nin, tarihin, görsel kültürümüzün garip yankılanmalarının bir sonucu olarak gayri-ihtiyari bir şekilde ortaya çıktı. Ben, Parsadan hayranı kayıp sanatçıların farazi ajanslarının tabelasını hayal etmeye çalışırken, çalıştığım şeyin (masa, telefon, Susurluk Kazası'ndaki yarılmış Mercedes kafalı otorite figürü bir adamdan ibaret bir logo) feci şekilde Gürman'ın meşhur Kapitone işine benzediğini fark ettim. Bu tesadüf, adamın kafasının uçmasına sebep olmasının yanında, Gürman'ın sanatsal dilinin devamı olabilecek bir sanatçının bu kayıp sanatçı grubuna dahil olabileceğine işaret ediyordu. "Kapitone" kelimesinin kafa, baş, şef, "kapital" (sermaye/başkent) kelimeleri ile aynı kökten (Latince "caput") geldiğini ve Lacan tarafından ("point de capiton") referans, çapa ya da düğme yeri (gösteren ve gösterilenin birbirine işlendiği, sabit anlamlandırma noktası) gibi anlamlarda da kullanıldığını öğrendiğimde, akabinde bunu felsefede ne duyumsal ne de gidimli ama sezgisel ve ilksel, saf bir düşünme edimine işaret eden "noesis" terimi ile ilişkilendirdiğimde ajansın ismi ve mottosu da ortaya çıkmış oldu: K P T N : Yeni Bir Noesis için Tele-Anlatılar

DİĞER SANATÇILAR

Bu web sitesinde size daha iyi hizmet sunabilmek için çerez kullanılmaktadır. Kullandığımız çerezleri görüntüleyebilmek ve daha fazla bilgi almak için Gizlilik ve Çerez Politikası sayfasını inceleyebilirsiniz.